Saturday, March 17, 2007

Aconcagua Gunlugum - Subat 2007


Hayatta uzun vadeli plan yapmamak gerektigine iyice inanmaya basladim. Yurt disinda hayatimin sadece isten ibaret oldugu ve Turkiye’ye bile birkac gunlugune donebildigim bir donemde nasil oldu da isyerinden izin alabildim bilemiyorum ama bir aya yakin bir sure ortadan kaybolmayi basardim. Sadece sunu yaptim: Kafami kaldiramadigim islerin icinde Explorer’dan gelen ‘Aconcagua Ekspedisyonu’ ve buna katilan arkadaslarin mailleri ile bir anda gaza gelerek “gitme” karari aldim. Ve hersey bir anda basladi.


Annemin tum karsi cikmalarina ragmen Turkiye’ye dondugum gunden Guney Amerika’ya ucacagim ana kadar gece gec saatlere kadar calistigim birkac gun icinde her nasilsa hazirligimi yapip kendimi Esenboga Havaalani’nda buldum. Buradan Istanbul, Barcelona, Madrid, Santiago (Sili) ve Mendoza’ya uzanan ve 24 saati gecen bir ucak yolculugu dizininin ardindan vardik Arjantin’e, sicak bir ogleden sonra. Rehberimiz Ertugrul dahil toplam 5 kisiydik. Mendoza havaalaninda bizi Arjantin’e onden giden Tafa (Mustafa; diger Turk rehberimiz) ile yerel bas rehberimiz Martin karsiladi.


Vardigimiz persembe ogleden sonrasindan pazartesi sabahina kadar sirin Mendoza sehrinde gecirdik zamanimizi. Burasi bir milyon nufusu, izgara planli yerlesimi ve buyuk yemyesil parklari ile duzenli bir Avrupa sehri gorunumundeydi. Mevsim yaz oldugu icin insanlar alisik olmadigimiz sekilde ogleden sonra 13.00-16.30 arasi siesta yapiyorlar, gunduz inin cinin top oynadigi sokaklar, parklar ve kafeler aksam ustunden gece gec saatlere kadar insan seliyle senleniyordu. Buradaki zamanimizi biz de bu insanlara katilarak sokak ve meydanlari arsinlamakla, dukkanlarda ve parklardaki acik standlarda satilan buraya has hediyelik esyalar ve tisortler almakla gecirdik.


Bu arada rehberlerimiz Tafa ve Martin malzemelerimizi tek tek kontrol etti ve eksiklerimizi dagcilik malzemeleri satan dukkanlardan kiraladik. Tafa dizini sakatladigi icin bizimle gelemedi. Tur organizasyonumuzu yapip bizi daga yolcu ettikten sonra Patagonya’ya; diger Turk rehber arkadaslarinin yanina hareket etti.


Biz de daga hareket etmeden bir gun once bize katilacak 7 Avrupali dagci ve yerel tur sirketi Aymara’nin diger 3 rehberiyle tanistik otelde. Rehberler dahil 16 kisilik grubun icinde tek bayan bendim. Pazartesi sabah daga cikis izinlerimizi alarak minibusle Puente del Inca’ya dogru yola ciktik. Burasi, Sili yolu uzerinde Mendoza’dan 3.5 saat uzaklikta And Daglari’na cikacaklarin konaklama adresi; ayni zamanda da katirlara kamp ve kisisel yuklerin yuklendigi yer idi. Buraya adini veren dogal bir kopru olusumu ve altinda Inka’lardan kalan ilginc yapilar vardi. 2750mt irtifadaki hostelde bir gece kalip cantalarimizi ayarladik.


Ertesi sabah katirlar erkenden yola cikti. Biz de minibusle 5-6km uzakliktaki And Daglari dogal girisi Horcones kapisina kadar gittik.


Horcones orada akan bir derenin adı. Yukardan iki kol olarak gelip bizim çıkacağımız kamp civarında birleşip akan bir dere. O yüzden de 3 saatlik bir yuruyus ile çıktığımız kampın adı Confluencia (birleşme noktası) ve 3300 metrede. Burasi, etrafı tahta çitle çevrili cok organize, tur şirketlerinin hepsinin ayrı ayrı sabit kampları, icme suyu akan cesmeleri ve tertemiz tuvalet kulubeleri olan bir kamp idi.


Kampa vardiktan sonra cay ve dinlenme faslinin ardindan cadirlarimizi kurup yerlestik. Ertesi gun 4250mt deki Plaza de Francia’ya aklimatizasyon yuruyusune ciktik. 4000mt’den sonra irtifa etkisini bas agrisi ve nefes darligi seklinde gostermeye basladi. Plaza de Francia’ya vardigimizda buradan dagin dik kayalik bir duvar seklinde yukselen ve teknik tirmanis gerektiren guney yuzunu gorduk ve uzun molalar vererek Confluencia’ya geri donduk.


Donuste saglik kontrolune girip tansiyon, nabiz, kandaki oksijen orani ve akciger kontrolunden gectik. Ilk defa bu denli organize kampi olan ve saglik kontrollu bir tirmanis yapiyorduk bu arada. O gece de Confluencia’da kalip ertesi gun sabah 9 gibi Plaza de Mulas (Katirlarin Yeri) kampina dogru yola ciktik.


5.5 saat kadar onceleri epeyce uzun ve neredeyse duz alanda, cok eskiden buzullarin oldugu genis Horcones vadisi boyunca yol aldik, sonra 4 saate yakin bir sure cikisli inisli bir rotadan toplam 9 saat suren yaklasik 18km uzunlugundaki yolu katederek aksam 6.30 sularinda yorgun ve bitik olarak vardik ana kampa. Bu bitkinligin en onemli etkeni o kadar yol yurumemizden ziyade aldigimiz irtifa idi suphesiz.



Plaza de Mulas, bir kamptan ziyade kucuk ve organize bir kasaba gorunumundeydi. Oyle ki, ben kampin girisinde bakinip yikilacagim bir cadir ararken en az bir 15dk hafif rampali bir yuruyus daha yapmak zorunda kalmis; bizim yerel kulubun neden kampin sonunda bize yer verdigini kendi kendime sorarak icimden kufretmistim. Yemekleri yedigimiz buyuk cadira varip kendimize gelmeye calisirken bir yandan da cadirlarimizin henuz kurulmamis oldugunu ve bu isin de bizi bekledigini ogrendik! Neyse, cadirlarimizi da kurup yerlestik son bir cabayla.


Plaza De Mulas ana kampi cok senlikli bir yerdi. Ust kamplarda buradaki konforu cok arayacagimiz aklimizin ucundan bile gecmiyordu tabi. Oyle ki burada Arjantin usulu kalin biftekler, envayi turlu pizzalar, tatlilar, borekler.. menumuz cok zengindi.


Bir yandan da dakikasi 3$’a uydu araciligi ile telefon, 8$’a 15dk internet servisi, 10$’a sicak dus gibi her turlu imkan sunuluyordu rekabetci bir ortamda.. Biz telefon ve internet icin 4200 kampinin yegane sanat galerisi sahibi ve Van Gogh tarzi resimler yapan; ayni zamanda reiki ile irtifazedelere sifa dagitan Miguel’i sectik ve kendisi ile ahbap olduk.


Bu ana kampta 2. gun serbest gundu. Bu serbest gunde 1-1.5km kadar uzagimizdaki dag oteline yuruyus yaptik ve saglik kontrolunden gectik. Tabi bu arada irtifa etkiliyordu bunyelerimizi. Gunde en az 5lt su icmek gerekiyordu. Icmeyince bas agrisi bas gosteriyor, kandaki oksijen orani dusuyordu. Fiziksel etkilerinin yaninda irtifanin garip bir sekilde psikolojik etkileri de oluyordu. Mesela ben buraya geldigimizin ertesi sabahi trajik bir ruyadan uyandigimda kendimi oyle kotu hissettim ki; kendi kendime “ne isim var burada, annem tamamen karsi cikmasina ragmen niye geldim ki buraya?!” dedim kendi kendime. Zaten uyku tulumunda cevredekilerin horultulari ve konusma seslerinden dolayi cok rahat uyuyamiyor, uyur uyanik sekilde ve ruyalar gorerek geciriyordum geceyi. Sanirim son gordugum acikli ruyanin da etkisiyle kendimi tutamayip hungur hungur aglamaya basladim, Miguel’in uydu baglantisi ile eve telefon ettikten sonra. Bu arada yalniz degildim; telefon icin geldigimde Miguel kendini kotu hisseden bir Kazak kadin dagciya reiki yapiyordu.

Plaza de Mulas kampinda kaldigimiz 3 gunu aklimatizasyon yuruyusleri ve kramponla buzda yurume alistirmalari yaparak, bol bol su icip WC’ye giderek ve doktor kuyruklarinda heyecanla ama saatlerce bekleyerek gecirdik. Bu turu belki yuzlerce defa yapan yerel rehberlerimiz, can sikintisindan olacak, daha ilginc seylerle ugrasiyorlar, ortasinda file gerili, etrafi taslarla cevrili, toprak zeminli bir sahada futbola benzeyen tuhaf bir oyun oynuyorlardi; 4200mt irtifada biz en ufak rampayi nefes nefese tirmanirken..
Burada 2. gun bizim gruptan Ismet ayrildi aramizdan. Cunku saglik kontrolunden gecemeyip cigerlerindeki tikanikliktan dolayi durumunun tehlike arz ettigi soylendi ve tum karsi cikmalarina ragmen apar topar gonderildi helikopterle. Ertesi gun bir ust kamp olan 4900mt Canada kampina aklimatizasyon cikisi yaptik ve indik. Bu arada Ahmet Agabey kalp carpintisi ve ust solunum yollari enfeksiyonu gecirdi ve o da geri donmeye karar verdi. Sonunda kala kala Ertugrul, Ahmet ve ben kaldik bizim grupta. Ecnebi grupta da Ispanyol Jose ile 20li yaslardaki Arjantin’li Hernan saglik kontrolunden cakti. Ama sonra bir sekilde durumu toparlayip aklimatize olmadan da ciktilar bir sonraki kampa. Ertesi gun 20kg civarindaki sirt cantalarimizla ciktik Canada kampina ve burada bir gece kaldik.


Esas dagcilik bence Plaza de Mulas’tan sonra Canada kampi ile basliyordu. Ekipmanlarimizi tasiyan katirlar, masa-sandalyeli buyuk cadirda envayi turlu yemekler, tuvalet kulubeleri yoktu artik. Buna mukabil And daglarinin 5000’lik zirvelerinin hizasindaydik ve manzara muhtesemdi. Bu arada boyle bir cografyada yamac parasutu yapan cilginlar gorduk; onlarin ve gun batiminin bol bol fotograflarini cektik. Hava bugune kadar gayet guzel, acik ve gunesliydi. Pasifik tarafindan esen ruzgarlar hep vardi ve gunes cekilir cekilmez hava soguyordu.



Ertesi gun cadirlarimizi toplayip 5400mt deki Nido de Condores, yani ‘Kartal Yuvasi’ anlamina gelen kampa dogru yola ciktik. Karli zeminde, sirtimizda agir yuk ve tabi irtifanin da etkisiyle nefes nefese kaldigimiz icin agir agir tirmaniyorduk. Onden giden sabirsiz rehberimizi dinlemeden bizim bile arkamizda kalan yabanci grubun en yasli Irlandali uyesi ve Danimarkali Jan’i bekledik ve Ertugrul’un liderliginde daha agir bir sekilde yola devam edip 5400 kampina aksamustu vardik.


Hava acik ama oldukca ruzgarliydi. Manzara nefisti ancak siddetli ruzgar cadirin disina cikip fotograf keyfi yapmamiza izin vermedi. Programa gore burada bir gece daha gecirip ertesi gun 5900 Berlin kampina cikacaktik. Ertesi sabah kahvalti ve bol sicak icecek icip nabizlarimizi kontrol ettik. Ucumuz de gayet iyi durumdaydik. Oglene dogru kaztuyu montlarimizi ve ekipmanlarimizi kusanarak kamp alaninin etrafinda manzara goren tepelere dogru yuruyus yaptik.


Cadira donup ogle yemegini yedikten sonra kimsenin cadirindan cikmadigi bir sirada saat 15.45’de bir ust kampa dogru aklimatizasyon tirmanisina ciktik. Sert ve yogun ruzgara ragmen 5730mt’ye kadar yer yer kar, buz, yer yer taslik zeminde tirmandik. Kar yagmaya baslayip ruzgar siddetini artirinca donuse gectik. Bu arada kalin eldiven ve maske takmadigim icin ellerim ve yuzum dondu. Aksamustu 17.15 civarinda cadirimiza donup sicak birseyler icerek isindik. Aksam yemeginden sonra Ertugrul babamizin biz yavrularina okudugu gezi rehberi kitabindan hikayeler esliginde uykuya daldik. ‘Uykuya daldik’ tabi sozun gelisi; gece boyunca esen sert ruzgarlarin cadiri sarsmasiyla ne kadar uyunabilirse o derece derin uyuyabildim.


Ertesi sabah cadirimiza gelen Martin’in soyledigine gore hava bugun ve sonraki gun daha da bozacagi icin yedek gunlerimizi bu kampta gecirecegimizi ogrendik. Martin aldiklari hava raporuna gore onumuzdeki birkac gunde havanin duzelmeyecegini; tersine kotulesecegini, bir ust kampa cikmadan geri donme ihtimalinin cok yuksek oldugunu soyledi. Bu haber tabi binlerce km oteden buyuk heveslerle ve zirve yapma heyecaniyla gelen bizi uzdu. Bunun uzerine kendi senaryolarimizi ve b-planimizi kurmaya basladik. Havanin duzelmeme durumunda yedek gunlerimizi burada kullanma ve ekstra ucret odeyerek Martin’e bize rehberlik yapmasi icin ikna konusunda anlastik. Ancak bu konuyu yarin sabah soylemeye karar verdik. O gun butun gun boyunca esen sert ruzgarlar bizi adeta cadirlarimiza mihladi. Anlik sutliman olan havayi gorunce umitlenip tam disari cikmaya yeltenirken hava tekrar patliyor, hevesimiz kursagimizda, tulumlarimiza gomulup caresiz bekleyisimizi surduruyorduk.
Durum cok can sikici olmaya baslamisti. Ne olursa olsun bol su icip birseyler yememiz gerekiyordu ama tuvalet icin cadirdan cikmak bir azap halini almisti. Birkac dakikaligina cadirdan cikmak bile el ve yuzumuzu dondurmak icin yetiyordu.

Firtinali ve sarsintilar ile gecen gecenin sabah 7’sinde Martin cadirimiza gelip havanin iyice kotuye gidecegi, gruptaki diger adamlarin ve rehberlerin Mulas ana kampina geri donme karari aldiklarini soyledi. 1-2 saat icinde kampi toplayacaktik. Biz her ne kadar hava kotu olsa ve kotuye gitse de yedek gunlerimizi kullanip ayri hareket edip bir sekilde zirve sansimizi zorlamak istedigimizi soyledik. Ama havanin daha kotuye gidecegini ve kulubun bize cadir ve yiyecek birakamayacagini ogrenince biz de gruba tabi olduk.


Hava Martin’i dogrularcasina iyice kotulesti, basinc 502bari gosteriyor, ruzgar cadiri yikarcasina sarsiyordu. Ertugrul cadirin disina cikmanin bile mumkun olmadigi bu sartlar altinda cadirlari toplama ve donme kararini inandirici bulmadigini soyledi. Dolayisiyla toplanmayip kararsiz bir sekilde bekliyorduk cadirda. Neden sonra diger insanlarin toplandigini gorunce cok kisa surede biz de cantalarimizi toplayip malzemelerimizi kusandik ve inanilmaz bir firtina altinda inise gectik.


Oyle bir hava vardi ki ayakta durmakta gucluk cekiyorduk. Bu arada kaz tuyu mont, eldiven, maske, cift corap, plastik bot, krampon ne varsa giymistim ustume. Ne var ki kiraladigim kayak maskesi nefesimle bugulaniyor ve o sogukta donuyor, onumu goremez oluyordum. Maskeyi acinca da birkac saniye icinde yuzum donuyor, geri takiyordum maskeyi. Careyi Ertugrul’un koluna girmekte buldum. Firtina oyle siddetliydi ki, yerdeki kar, toprak ne varsa yuzumuze carpiyor, ruzgarin siddetiyle defalarca yere dusuyorduk.


Ertugrul’un kolunda ‘Uskudar’a gider iken’ vaziyetinde, el yordami ve kor halde bir sure duse kalka indim. Neyse ki asagilara indikce ruzgar yukaridaki siddetini ve soguklugunu kaybetti; ben de maskemi cikarip kendi basima devam edebildim. Ve cok sukur, tum grup tam ve saglam olarak 4200 ana kampina inebildik. Kaz tuyu montum ve giysilerim sirilsiklam olmustu.


Bu arada bir de ne gorelim; Miguel’in ayni zamanda sanat galerisi olan buyuk cadiri ve canak antenleri de dahil kampin ucte ikisi bu firtinada yerle bir olmustu. Uydu, internet, bilgisayar, herseyi bosverip resimlerini kurtarmaya calisan Miguel’e Ertugrul ve Ahmet yardim etti. Miguel bize bunun son 10 yilin en siddetli firtinasi oldugunu soyledi. Bu arada Ertugrul havanin illaki yarin, obur gun duzelecegine inaniyor, hala ‘nasil olur, son bir deneme ile kendi basimiza zirveye nasil cikariz’in hesabini yapiyordu. Tam kiralayabilecegimiz bir cadir bulmusken yerel rehberimiz Martin havanin bundan sonraki 4 gun de iyi olmayacagini soyledi ve nihayet bu sevdadan vazgectik. Dag bizi kabul etmemisti, bilakis fena halde sopa yemistik ve hala tek bir umut dahi vermiyordu.


Geldigimiz gibi geri donup Puente del Inca’ya vardik. Bu arada gelirken gunluk guneslik olan 3300’lerde bile hava karli, ruzgarli ve kapaliydi; yukarilari dusunmek bile istemiyordum. 15 gundur ilk defa sicak dus ve yumusak bir yatak yuzu gorduk. Sonrasi malum; dag olmayinca bari sehir gorelim diye deli gibi bir kosturmaca basladi. Basta Martin olmak uzere yerel acenta Aymara’nin bizi yuzustu birakmasi uzerine Puente del Inca’dan Santiago’ya gitmek yerine Mendoza’ya geri donmek zorunda kaldik ve burada kendi basimiza minibus kiralayip program yaptik.





Karayoluyla Sili’ye gecip Santiago, Vina del Mar, Val Paraiso sehirlerini gezdik. Oradan Santiago’ya geri donup Buenos Aires’e uctuk. Ve Buenos Aires’de 1.5 gun kalip burayi biraz gezdik. Bizimle donup geri kalan gunlerini Mendoza’daki Aconcagua otelde dinlenmeye cekilerek geciren yabanci grubun aksine son 3-4 gunumuzu 2 ulke ve 5 sehir gezerek gecirmis olduk; 4 ayri otelde konakladik.





Buenos Aires’e geldigimiz gunun ertesi gunu Patagonya’dan donen Tafa ve Ismet’le bulustuk. Birbirimizin hikayelerini dinleyip birlikte bir sehir turu yaptik. Ve bir fasil da hep birlikte Buenos Aires’de kosusturduk. Ustune bir de 24 saatlik bir ucak yolculugu ve transferler dizini.. Bu arada Istanbul’da eve erken donen Ahmet agabey karsiladi bizi havaalaninda. Onunla da kucaklasip hasret giderdik ve birbirimizin hikayelerini dinledik.


Bu seyahat benim icin bircok ilki bir araya getirdi. Cok enteresan bir sekilde basta bir arada olan grup kaderin cilvesi ile dorde bolundu ve ‘Aconcagua Ekspedisyonu’ herkesin dogaclama yasadigi bir maceraya donustu. Ben kendi adima hayatimda ilk defa bu kadar uzun ve uzak bir yolculuga 16 erkegin arasinda tek basima cikmis oldum. Ve 2 haftalik zorlu bir dag macerasini 3 gunde bir kitayi enine katettigim bir seyahat ile birlestirmis oldum. Ayrica “Aconcagua’ya cikan ilk Turk kadini” olamadim ama “cikip da zirve yapamayan ilk Turk Kadini” oldum :) Bizim gruptaki tum arkadaslar nedense seneye Aconcagua’ya tekrar gitmeye pek hevesliler. Bense birsey demiyorum. Dedim ya, uzun vadede plan yapmamayi ogrendim ben :)

Fotograflar: Isil Oren, Ertugrul Melikoglu, Ahmet Kocak